Hava kirliliği ve iklim değişikliğinin ana sebebi; sera gazları
Genel
05.01.2020 - 10:15, Güncelleme:
14.10.2020 - 14:13 3175+ kez okundu.
Hava kirliliği ve iklim değişikliğinin ana sebebi; sera gazları
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Beril Tuğrul, hava kirliliği ve iklim değişikliğinin ana sebebinin, sera gazları olduğuna dikkat çekerek, "Sera gazı salınımını önleyecek enerji çeşitlerinin tercih edilmesi bir zorunluluk" dedi.
Tuğrul, günümüzde nüfus artışının, sanayileşmenin ve teknolojik gelişmelerin enerji gereksinimlerini ciddi seviyelere ulaştırdığını belirterek, bu ihtiyacın karşılanması sürecinde toplumun çevresel beklentilerinin de unutulmaması gerektiğini kaydetti. "Enerji ihtiyacının karşılanmasıyla çevrenin korunması arasında bir denge kurulmalı" diyen Tuğrul, “Enerji ihtiyacının karşılanması için yüksek seviyede karbon içeren kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtlardan enerji üreten konvansiyonel santrallerin maalesef uzun bir süre daha kullanılmaya devam edeceği anlaşılıyor. Yazık ki, rüzgar, hidrolik ve güneş gibi yenilenebilir enerji santralleri sürekli ve kesintisiz olarak yüksek güçte çalışma şartlarını sağlayamıyor. Bu nedenle de baz santraller olarak nitelenemiyorlar. Hem kesintisiz ve güvenli enerji ihtiyacını karşılayabilmesi hem de karbon salınımını çok ciddi oranlarda azaltarak çevresel kaygılara cevap verebildiği için nükleer enerji öne çıkıyor. Nükleer enerjinin bu önemli rolü artık herkes tarafından anlaşılması gereken yadsınamaz bir gerçek" ifadelerini kullandı.
"Yaşanabilir bir dünya için çevre korunmalı"
Bir yandan yeni santraller kurulurken diğer yandan yaşanabilir bir dünya için çevrenin korunmasının önemini vurgulayan Tuğrul, fosil yakıtlı santrallerin saldığı sera gazlarının acil çözülmesi gereken bir sorun olduğunun altını çizdi. Tuğrul, şöyle devam etti:
"Günümüz dünyasının en önemli sorunlarından birisi haline gelen paradoksal bir durum var. Bu sorunu çözmek için en uygun çözümlerin üretilmesi gerekiyor. Asıl mesele, baz santral olarak kullanılan fosil yakıtlı santrallerin çevreye saldığı sera gazları. Bu gazlar, hava kirliliği, iklim değişikliği ve asit yağmurları gibi bir dizi olumsuz çevre etkisinin nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, gençlerden politikacılara, bilim insanlarından çevrecilere kadar hemen her kesimden insanların çözüm üretmeye çalıştığı, üzerine kitaplar yazılan, konferanslar düzenlenen, acil eylem planları hazırlanan küresel ısınmanın da en büyük nedeni. Modern dünyanın bu en büyük sorununu incelediğimizde, sera gazlarının son yıllarda dünya çapında yaşanan ve sadece insanların değil tüm canlıların yaşam şartlarını olumsuz etkileyen birçok doğal afetin de tetikleyicisi olduğunu görüyoruz."
"Birden fazla ve üst üste yerleştirilmiş güvenlik sistemleri bulunuyor"
Prof. Dr. Tuğrul, çevreci bir enerji türünün kullanıldığı nükleer santrallerin güvenliğinin de gelişen teknolojilerle daha üst seviyeye taşındığına dikkati çekerek, günümüzde uygulanan birden fazla ve üst üste yerleştirilmiş güvenlik sistemlerinin yer aldığı derinliğine güvenlik modelini şöyle anlattı:
“Normal çalışma şartlarında, nükleer santraller çevre için herhangi bir problem oluşturmaz. Kaza risklerini bertaraf etmek için de bu santrallerde uygulanan ‘derinliğine nükleer güvenlik’ ilkesi en basit ifadeyle üst üste farklı korugan yapı ve sistemlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu çerçevede tasarım, inşaat ve işletme sürecinde çok kapsamlı bir dizi önlem alınıyor. Bu yapı ve sistemlerin kullanımı ulusal ve uluslararası mevzuatlara göre zorunlu. Ayrıca hem ulusal düzeyde hem de Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ve diğer uluslararası kuruluşlar düzeyinde ilgili standartlara ve mevzuatlara uygun, çok sıkı kontrol ve denetim süreçleri bulunuyor. Söz konusu sistemler olabilecek tüm kaza senaryolarında devreye girecek önlemlerle destekleniyor.”
"Akkuyu NGS, tüm güvenlik şartlarına uygun inşa ediliyor"
Tuğrul, derinliğine güvenlik felsefesinin Mersin’de inşaatı devam eden ve tamamlandığında Türkiye’nin ilk nükleer güç santrali olacak olan Akkuyu NGS projesinde de uygulandığını vurgulayarak şu bilgileri verdi:
"Rusya tarafından ülkemizde inşa edilmekte olan santralin tasarımı dünyada tercih edilenlerden birisi olarak öne çıkıyor. Burada güvenilirliğini ispat etmiş VVER-1200 teknolojisine dayanan reaktörler kullanılacak. 50 yılı aşkın süredir başarılı bir şekilde kullanılan VVER reaktörlerinden dünya çapında yaklaşık 80 tane var. Projeye inşaat lisansı verilirken dikkat edilen ve uluslararası bağımsız denetim kuruluşlarınca denetlenen tüm güvenlik hususları, inşaatın bitimini takiben gündeme gelecek olan işletme lisansı müracaatlarında da daima göz önünde tutulacak. Bu çok önemli bir konu olduğu için nükleer santralin işletimi de ulusal ve uluslararası yetkili kuruluşlarca yine bu ilkelere uygun olarak sürekli şekilde denetlenecek. Mevzuatlarımız gereği, ülkemizdeki nükleer santral projelerinin hepsi derinliğine nükleer güvenlik felsefesiyle hayata geçirilmek zorunda. Bu sayede hem Türkiye’nin kalkınmasını sürdürebilmesi için her geçen yıl giderek artan enerji ihtiyacı karşılanmış olacak hem de gelecek nesiller için güvenli ve temiz çözümler üretilmiş olacak."
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Beril Tuğrul, hava kirliliği ve iklim değişikliğinin ana sebebinin, sera gazları olduğuna dikkat çekerek, "Sera gazı salınımını önleyecek enerji çeşitlerinin tercih edilmesi bir zorunluluk" dedi.
Tuğrul, günümüzde nüfus artışının, sanayileşmenin ve teknolojik gelişmelerin enerji gereksinimlerini ciddi seviyelere ulaştırdığını belirterek, bu ihtiyacın karşılanması sürecinde toplumun çevresel beklentilerinin de unutulmaması gerektiğini kaydetti. "Enerji ihtiyacının karşılanmasıyla çevrenin korunması arasında bir denge kurulmalı" diyen Tuğrul, “Enerji ihtiyacının karşılanması için yüksek seviyede karbon içeren kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtlardan enerji üreten konvansiyonel santrallerin maalesef uzun bir süre daha kullanılmaya devam edeceği anlaşılıyor. Yazık ki, rüzgar, hidrolik ve güneş gibi yenilenebilir enerji santralleri sürekli ve kesintisiz olarak yüksek güçte çalışma şartlarını sağlayamıyor. Bu nedenle de baz santraller olarak nitelenemiyorlar. Hem kesintisiz ve güvenli enerji ihtiyacını karşılayabilmesi hem de karbon salınımını çok ciddi oranlarda azaltarak çevresel kaygılara cevap verebildiği için nükleer enerji öne çıkıyor. Nükleer enerjinin bu önemli rolü artık herkes tarafından anlaşılması gereken yadsınamaz bir gerçek" ifadelerini kullandı.
"Yaşanabilir bir dünya için çevre korunmalı"
Bir yandan yeni santraller kurulurken diğer yandan yaşanabilir bir dünya için çevrenin korunmasının önemini vurgulayan Tuğrul, fosil yakıtlı santrallerin saldığı sera gazlarının acil çözülmesi gereken bir sorun olduğunun altını çizdi. Tuğrul, şöyle devam etti:
"Günümüz dünyasının en önemli sorunlarından birisi haline gelen paradoksal bir durum var. Bu sorunu çözmek için en uygun çözümlerin üretilmesi gerekiyor. Asıl mesele, baz santral olarak kullanılan fosil yakıtlı santrallerin çevreye saldığı sera gazları. Bu gazlar, hava kirliliği, iklim değişikliği ve asit yağmurları gibi bir dizi olumsuz çevre etkisinin nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, gençlerden politikacılara, bilim insanlarından çevrecilere kadar hemen her kesimden insanların çözüm üretmeye çalıştığı, üzerine kitaplar yazılan, konferanslar düzenlenen, acil eylem planları hazırlanan küresel ısınmanın da en büyük nedeni. Modern dünyanın bu en büyük sorununu incelediğimizde, sera gazlarının son yıllarda dünya çapında yaşanan ve sadece insanların değil tüm canlıların yaşam şartlarını olumsuz etkileyen birçok doğal afetin de tetikleyicisi olduğunu görüyoruz."
"Birden fazla ve üst üste yerleştirilmiş güvenlik sistemleri bulunuyor"
Prof. Dr. Tuğrul, çevreci bir enerji türünün kullanıldığı nükleer santrallerin güvenliğinin de gelişen teknolojilerle daha üst seviyeye taşındığına dikkati çekerek, günümüzde uygulanan birden fazla ve üst üste yerleştirilmiş güvenlik sistemlerinin yer aldığı derinliğine güvenlik modelini şöyle anlattı:
“Normal çalışma şartlarında, nükleer santraller çevre için herhangi bir problem oluşturmaz. Kaza risklerini bertaraf etmek için de bu santrallerde uygulanan ‘derinliğine nükleer güvenlik’ ilkesi en basit ifadeyle üst üste farklı korugan yapı ve sistemlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu çerçevede tasarım, inşaat ve işletme sürecinde çok kapsamlı bir dizi önlem alınıyor. Bu yapı ve sistemlerin kullanımı ulusal ve uluslararası mevzuatlara göre zorunlu. Ayrıca hem ulusal düzeyde hem de Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ve diğer uluslararası kuruluşlar düzeyinde ilgili standartlara ve mevzuatlara uygun, çok sıkı kontrol ve denetim süreçleri bulunuyor. Söz konusu sistemler olabilecek tüm kaza senaryolarında devreye girecek önlemlerle destekleniyor.”
"Akkuyu NGS, tüm güvenlik şartlarına uygun inşa ediliyor"
Tuğrul, derinliğine güvenlik felsefesinin Mersin’de inşaatı devam eden ve tamamlandığında Türkiye’nin ilk nükleer güç santrali olacak olan Akkuyu NGS projesinde de uygulandığını vurgulayarak şu bilgileri verdi:
"Rusya tarafından ülkemizde inşa edilmekte olan santralin tasarımı dünyada tercih edilenlerden birisi olarak öne çıkıyor. Burada güvenilirliğini ispat etmiş VVER-1200 teknolojisine dayanan reaktörler kullanılacak. 50 yılı aşkın süredir başarılı bir şekilde kullanılan VVER reaktörlerinden dünya çapında yaklaşık 80 tane var. Projeye inşaat lisansı verilirken dikkat edilen ve uluslararası bağımsız denetim kuruluşlarınca denetlenen tüm güvenlik hususları, inşaatın bitimini takiben gündeme gelecek olan işletme lisansı müracaatlarında da daima göz önünde tutulacak. Bu çok önemli bir konu olduğu için nükleer santralin işletimi de ulusal ve uluslararası yetkili kuruluşlarca yine bu ilkelere uygun olarak sürekli şekilde denetlenecek. Mevzuatlarımız gereği, ülkemizdeki nükleer santral projelerinin hepsi derinliğine nükleer güvenlik felsefesiyle hayata geçirilmek zorunda. Bu sayede hem Türkiye’nin kalkınmasını sürdürebilmesi için her geçen yıl giderek artan enerji ihtiyacı karşılanmış olacak hem de gelecek nesiller için güvenli ve temiz çözümler üretilmiş olacak."
Tuğrul, günümüzde nüfus artışının, sanayileşmenin ve teknolojik gelişmelerin enerji gereksinimlerini ciddi seviyelere ulaştırdığını belirterek, bu ihtiyacın karşılanması sürecinde toplumun çevresel beklentilerinin de unutulmaması gerektiğini kaydetti. "Enerji ihtiyacının karşılanmasıyla çevrenin korunması arasında bir denge kurulmalı" diyen Tuğrul, “Enerji ihtiyacının karşılanması için yüksek seviyede karbon içeren kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtlardan enerji üreten konvansiyonel santrallerin maalesef uzun bir süre daha kullanılmaya devam edeceği anlaşılıyor. Yazık ki, rüzgar, hidrolik ve güneş gibi yenilenebilir enerji santralleri sürekli ve kesintisiz olarak yüksek güçte çalışma şartlarını sağlayamıyor. Bu nedenle de baz santraller olarak nitelenemiyorlar. Hem kesintisiz ve güvenli enerji ihtiyacını karşılayabilmesi hem de karbon salınımını çok ciddi oranlarda azaltarak çevresel kaygılara cevap verebildiği için nükleer enerji öne çıkıyor. Nükleer enerjinin bu önemli rolü artık herkes tarafından anlaşılması gereken yadsınamaz bir gerçek" ifadelerini kullandı.
"Yaşanabilir bir dünya için çevre korunmalı"
Bir yandan yeni santraller kurulurken diğer yandan yaşanabilir bir dünya için çevrenin korunmasının önemini vurgulayan Tuğrul, fosil yakıtlı santrallerin saldığı sera gazlarının acil çözülmesi gereken bir sorun olduğunun altını çizdi. Tuğrul, şöyle devam etti:
"Günümüz dünyasının en önemli sorunlarından birisi haline gelen paradoksal bir durum var. Bu sorunu çözmek için en uygun çözümlerin üretilmesi gerekiyor. Asıl mesele, baz santral olarak kullanılan fosil yakıtlı santrallerin çevreye saldığı sera gazları. Bu gazlar, hava kirliliği, iklim değişikliği ve asit yağmurları gibi bir dizi olumsuz çevre etkisinin nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, gençlerden politikacılara, bilim insanlarından çevrecilere kadar hemen her kesimden insanların çözüm üretmeye çalıştığı, üzerine kitaplar yazılan, konferanslar düzenlenen, acil eylem planları hazırlanan küresel ısınmanın da en büyük nedeni. Modern dünyanın bu en büyük sorununu incelediğimizde, sera gazlarının son yıllarda dünya çapında yaşanan ve sadece insanların değil tüm canlıların yaşam şartlarını olumsuz etkileyen birçok doğal afetin de tetikleyicisi olduğunu görüyoruz."
"Birden fazla ve üst üste yerleştirilmiş güvenlik sistemleri bulunuyor"
Prof. Dr. Tuğrul, çevreci bir enerji türünün kullanıldığı nükleer santrallerin güvenliğinin de gelişen teknolojilerle daha üst seviyeye taşındığına dikkati çekerek, günümüzde uygulanan birden fazla ve üst üste yerleştirilmiş güvenlik sistemlerinin yer aldığı derinliğine güvenlik modelini şöyle anlattı:
“Normal çalışma şartlarında, nükleer santraller çevre için herhangi bir problem oluşturmaz. Kaza risklerini bertaraf etmek için de bu santrallerde uygulanan ‘derinliğine nükleer güvenlik’ ilkesi en basit ifadeyle üst üste farklı korugan yapı ve sistemlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu çerçevede tasarım, inşaat ve işletme sürecinde çok kapsamlı bir dizi önlem alınıyor. Bu yapı ve sistemlerin kullanımı ulusal ve uluslararası mevzuatlara göre zorunlu. Ayrıca hem ulusal düzeyde hem de Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ve diğer uluslararası kuruluşlar düzeyinde ilgili standartlara ve mevzuatlara uygun, çok sıkı kontrol ve denetim süreçleri bulunuyor. Söz konusu sistemler olabilecek tüm kaza senaryolarında devreye girecek önlemlerle destekleniyor.”
"Akkuyu NGS, tüm güvenlik şartlarına uygun inşa ediliyor"
Tuğrul, derinliğine güvenlik felsefesinin Mersin’de inşaatı devam eden ve tamamlandığında Türkiye’nin ilk nükleer güç santrali olacak olan Akkuyu NGS projesinde de uygulandığını vurgulayarak şu bilgileri verdi:
"Rusya tarafından ülkemizde inşa edilmekte olan santralin tasarımı dünyada tercih edilenlerden birisi olarak öne çıkıyor. Burada güvenilirliğini ispat etmiş VVER-1200 teknolojisine dayanan reaktörler kullanılacak. 50 yılı aşkın süredir başarılı bir şekilde kullanılan VVER reaktörlerinden dünya çapında yaklaşık 80 tane var. Projeye inşaat lisansı verilirken dikkat edilen ve uluslararası bağımsız denetim kuruluşlarınca denetlenen tüm güvenlik hususları, inşaatın bitimini takiben gündeme gelecek olan işletme lisansı müracaatlarında da daima göz önünde tutulacak. Bu çok önemli bir konu olduğu için nükleer santralin işletimi de ulusal ve uluslararası yetkili kuruluşlarca yine bu ilkelere uygun olarak sürekli şekilde denetlenecek. Mevzuatlarımız gereği, ülkemizdeki nükleer santral projelerinin hepsi derinliğine nükleer güvenlik felsefesiyle hayata geçirilmek zorunda. Bu sayede hem Türkiye’nin kalkınmasını sürdürebilmesi için her geçen yıl giderek artan enerji ihtiyacı karşılanmış olacak hem de gelecek nesiller için güvenli ve temiz çözümler üretilmiş olacak."
Habere ifade bırak !
Bu habere hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.